10.02.2008
Zirve Yürüyüşü Sürüyor
Fenerbahçe 3-1 Gençlerbirliği OFTAŞ
Fenerbahçemiz İstanbul Büyükşehir Belediyespor maçının son 10 dakikasıyla başlayan ligdeki başarılı performansını sürdürüyor. Ligin genç ve çok iyi kontraatağa çıkan ekiplerinden Gençlerbirliği Oftaş rakiplerimizin de bir umutla sürpriz yapmasını beklediği takımlardan biriydi. Zira ilk yarıdaki maçta da Ankara'da 2 puan bırakmıştık. Ancak Kadıköy'de Fenerbahçemiz'in bariz üstünlüğü vardı.

...ve Maldonado sahada!

İlk 11'de Galatasaray maçından farklı olarak cezalı Lugano yerine Yasin, Servet'in dengesizliğine kurban giden Semih'in yerine Kezman ve sanırım maç günü rahatsızlandığı için kadrodan çıkarılan Selçuk'un yerine yeni transferimiz Maldonado bulunuyordu. (Volkan, Gökhan-Yasin-Edu-Carlos, Deivid-Aurelio-Maldonado-Uğur, Alex, Kezman) Maldonado Fenerbahçe formasıyla ilk kez bir resmi maça çıktı bu gece. Başlarda biraz tutuk gözükse de takım rahatladıktan sonra havaya giren taraftardan kendi adını duyacak kadar hatasız oynadı. Onun takıma girişiyle Aurelio'nun rolünde bariz bir değişiklik oldu. Alex ile Maldonado arasında bir köprü kuran ve daha önde oynayıp takım olarak hücum presi daha etkili yapmamıza da yardımcı olan Aurelio yeni rolündeki ilk maçında oldukça istekli ve verimliydi.

  Maldonado iyi başladı.

OFTAŞ Maçından Fotoğraflar için TIKLAYIN...

KENDİ YORUMUNU GÖNDER!

Mehmet arkasını sağlama alınca durmak bilmedi...

Kezman 1 gol 1 asistle oynadı.

Carlos sağ ayağıyla bombaladı.

Penaltı mı, o ne?

Öyle ki, bu istekli oyun Fenerbahçemiz'e sezonun ilk penaltısını kazandıracak kadar sınır tanımaz bir hal almıştı. Penaltısız geçen 20 haftanın ardından Aurelio'nun arkadan yapılan müdaheleyle yere düşmesine hakem İsmet Arzuman penaltı çalabildi ve penaltı kullanmayı unutmamış olan Alex takımımızı 1-0 öne geçirdi.

Fenerbahçemiz 1-0 öne geçtikten sonra başından beri üstün götürdüğü maçın hakimiyetini bırakmadı. Hücumdaki hareketlilik ve tek top üzerine kurulu hızlı oyun tarzımız Kezman'ın da verimli bir maç geçirmesini sağladı. Kadıköy'de uzunca bir süre Kezman'ın santrafor oynadığı maçlarda sıkıntılar çekmiştik. Gerek Kezman'ın sırtı dönük oynayamaması gerekse de takımın ileride çoğalmakta çektiği sıkıntılar iç saha maçlarını çekilmez bir hale sokup Kezman'ı da bu sistemin ezilen bir parçası olarak gözden düşürüyordu. Halbuki bugün Kezman her zamanki hareketliliğini korurken takım halinde rakip sahada ona yardımcı olmak için çaba sarfeden arkadaşlarını gördük. Bu da sırtı dönük oynayamasa da, top saklamada Semih kadar başarılı olamasa da Kezman'dan faydalanabileceğimizi gösterdi. Hücumda hızlı olmanın nasıl olacağını da bugün görmüş olduk. Bazen hızlı oynamayı futbolcuların rakip sahada daha çok koşmasına bağlamak gibi bir hataya düşülüyor. Birbirini tanıyan futbolculardan kurulu bir takım rakip sahada gereğinden fazla koşmadan da hızlı oynayıp rakip savunmayı şaşkına çevirebiliyor. Tıpkı bugün takımımızın büyük bölümünün katılımıyla rakip sahada kurduğumuz üçgenlerden hızlı paslarla çıkardığımız gol pozisyonları gibi. Sanırım özlenen hızlı oynayan Fenerbahçe'nin ışıltılarıydı bugün gördüklerimiz.

Fenerbahçemiz yine hızlı paslaşmaların ürünü bir golle Kezman'ın kaleciden dönen topu ağlara göndermesiyle devreyi 2-0 önde kapattı. Oftaş kanadında ise tek pozisyon ilk yarının uzatma dakikalarında direkten dönen bir kafa vuruşuydu. Anlaşılan rakiplerimizin beklentileri boşa gidecekti.

İkinci yarıda biraz daha dengeli, rakibine yine fırsat vermeyen ve kanatlardan rakip kaleye yüklenmeye çalışan bir Fenerbahçe vardı. Bu kez kaleye sırtı dönük oyundaki başarısız görüntüsüyle tanıdığımız Kezman'ın kendisine gönderilen uzun mesafeli topu bekletmeden Carlos'a indirmesiyle bulduğumuz pozisyon, Carlos'un beklenmedik bir şekilde sağ ayağından çıkan füzeyle gole dönüştü. 3-0'ı yakalayan Fenerbahçemiz nazar boncuğu mahiyetinde standart tarifesini uygulayıp kısa bir süre sonra bir duran top laubaliliğiyle kalesindeki tek golü gördü.

"Siz bizi coşturdunuz, Allah da sizi coştursun!"

Bu dakikadan sonra havaya giren taraftarlarımızın Maldonado, Aurelio, Alex, Kezman, Gökhan Gönül, Roberto Carlos ve Deivid'e yönelik tezahüratları geldi. Ancak bu tezahüratlar dakika ve skora bakılırsa destekten çok "sizler bizleri coşturdunuz, Allah'da sizi coştursun" gibilerinden teşekkür mesajları içeriyordu. Bu gibi tezahüratları Saracoğlu'nun çimlerine ilk kez çıkıyor olmanın şaşkınlığıyla pas hatası yapan Maldonado'nun kendini evinde hissetmesini sağlarken, duvar pasını tamamlayamayıp topu kaptıran Kezman'ı oyunda tutmaya çalışırken, savunmada sendeleyip saçmalayan Yasin'i elinden tutup kaldırırken ve istediklerini yapamadığı için oyundan alınan sporcumuzu kazanmaya çalışırken de duymak gelecek açısından daha umut verici olacaktır şüphesiz...
Arada 3 önemli maçımız olmasına rağmen Galatasaray ile yapacağımız rövanç maçına bakışımızı da taraftarın tezahüratları belli ediyordu şüphesiz. 61 yıl sonra Galatasaray'a gol atamadan tamamlanan bir maç taraftarın da zoruna gitmiş olmalı ki, o maça çok ayrı hazırlanıyorlar, öncesinde tarihimizin en önemli maçlarından biri olan Sevilla karşılaşması olmasına rağmen.

Kadıköy'de bir haftayı daha galibiyetle geçtik. Haftaya Rize deplasmanındayız. Sonrasında sıradaki ilk iç saha maçında Sevilla'yı konuk edeceğiz. Sonuç ne olursa olsun Fenerbahçe Avrupa'da başarılı olmuş kabul edilmelidir. Kaybedecek birşeyi olmayan bir Fenerbahçe de inşallah Sevilla'yı eli boş ve çaresiz bir şekilde evine gönderecektir...

Tanjevic'e Kulak Verin!
Göreve getiriliş şekli Fenerbahçe camiasında çok eleştirildi. Özellikle de yerine geldiği kişi Türk Basketbolunun duayenlerinden; teknik bilgi ve becerisiyle Türkiye'de basketbola altın çağlarını yaşatmış; son olarak da Fenerbahçe'yi 100. yılında 16 yıl sonra şampiyonluğa ulaştıran; ağırbaşlılığıyla, herşeyiyle Fenerbahçeliler için örnek bir insan olmuş Aydın Örs olunca olaya profesyonelce yaklaşmamız ve bu değişikliğe onay vermemiz beklenen bir davranış olmazdı. Tanjevic her ne kadar kendi ekolünü yaratmış, kariyeriyle de Aydın Örs gibi Fenerbahçe'nin başına geçebilecek kapasitede olduğunu ispatlamış bir isim olsa da biz taraftarların da şampiyonluk sonrası gelen bu bu şok değişikliği kabullenmemiz için bir süre geçmesi açıktı.

Fenerbahçe taraftarları bu alışma süresini bir şekilde geçiriyoruz. Birbirleriyle bu olayın değerlendirmesini yaparak tartışanlardan, geleceğe bakmaya çalışanlara, küsüp salonlara gelmeyenlere kadar birçok farklı tercih var. Ama bu arada unuttuğumuz ya da pek de işimize gelmediği için kulaklarımızı tıkadığımız Tanjevic'e yeterince kulak vermediğimizi düşünüyorum. Anıl Aksaç ve Oğuz Yenihayat'ın yaptığı 6. Adam dergisinin bu ayki sayısında yayınlanan Tanjevic röportajı umarım küskün Fenerbahçelilerin Fenerbahçe arması ve çubuklu forması için mücadele verenleri anlamalarına yardımcı olur. Tanjevic'in bu içten ve umut veren röportajını tüm Fenerbahçeli basketbolseverlerin okumasında yarar gördüğümüz için sitemizden yayınlıyoruz.

Tanjevic Fenerbahçemiz'in başarısı için kafa patlatan başarılı bir teknik adam ve elindeki takım bizim takımımız. Aydın Hoca'ya olan saygı ve sevgimizde şüphe yok ancak geçmişte kalıp bugünün ve geleceğin sarlacivertlilerini yanlız bırakamayız...


Aydın Hoca'yı unutmamız mümkün değil...

KENDİ YORUMUNU EKLE!




... ama artık hocamız Tanjeviç.


Salonları daha önce çok defa doldurduk, yine doldururuz.


Hedef 2010...

Fenerbahçe camiası genelde sabırsızdır. Taraftarlar her sene başarı, kupa, şampiyonluk ister. Fakat siz genelde önünüze uzun vadeli hedefler koyan bir antrenörsünüz. Fenerbahçe Ülker için de uzun vadeli planlar var. Peki takımın kısa vadeli hedefleri nedir bu sürede?
Şimdi, her şeyden önce sezon bitmeden kimse bir şey kazanamaz. Ne yaparsanız yapın, Haziran ayı gelmeden elinizde somut bir başarı olamaz. Sabırsız olmaya gerek yok. Bu bir lig ve kazananı en sonunda göreceğiz. Ben yaklaşık 4 yıldır ligi takip ediyorum, hiç bu kadar güçlü ve sert bir lig hatırlamıyorum. Şampiyonluk adayı takımların daha ilk yarıdan bir sürü yenilgileri var. Şu anda liderin gerisindeyiz. İkinci yarıda bu farkı kapatmaya çalışacağız. Eğer bunu başaramazsak da önümüzde PlayOff gibi bir şans da var. Bu defa orada başarıyı kovalayacağız. Çünkü bizim ligdeki hedefimiz şampiyonluk. Bu yıl da böyle, 3 yıl sonra da böyle olacak. Ligdeki hedefimizin değişmesi mümkün değil. Somut bir başarı isteniyorsa, sezon başında Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı aldık, Euroleague’de Top 16’ya çok yakınız. Başarı isteniyorsa bunlar da başarıdır. Yanılıyor muyum?

Takımın genel gidişatından memnun musunuz peki?
Biz şu anda iyiye gidiyoruz. Baktığınız zaman diğer takımlardan çok farklı bir programımız var. Bir program doğrultusunda ilerliyoruz. Bu sene başarı gelsin, bir dahaki sene muslukları kapatalım başarı gitsin, sonra 3 sene sonra bir daha iddialı bir takım kuralım, şampiyonluk kovalayalım gibi bir düşüncemiz yok. Biz her yıl şampiyonluk kovalayan, her yıl bu ligin en iddialı takımı olacak bir ekip yaratmaya çalışıyoruz. Bir CSKA gibi, bir Panathinaikos gibi büyük paralar harcayamayız. Ama o tarz takımların yanına yaklaşabiliriz. Bunun için de tek bir yol var. Bir düzen, bir program sahibi olmak. Genç oyuncuları onlardan önce fark edebilmek. Benim güzel bir alışkanlığım bu, hayatım boyunca da sevdim bu huyumu. 2 genç yetenek var kadromuzda mesela. İkisi de önümüzdeki 1-2 sezonda çok önemli oyuncular haline gelecekler. Daha ligin ilk yarısında bile iyi bir gelişim gösterdiler. Aynı zamanda Türk oyuncularımız da öyle. Çok genç, çok yetenekli isimler var elimizde. Bu çocuklara inanmak gerekiyor. Bu çocuklar geliştikçe Avrupa’daki hedefimiz biraz daha gelişecek.

Ben kariyerime Bosna Sarajevo takımında başlamıştım. Kulüp, tarihinde hiç birinci lige çıkmamıştı. Ben önce takımı birinci lige çıkardım. 7 senelik programımız doğrultusunda son 3 sezonumuzda ise 2 lig şampiyonluğu, 1 tane de şimdiki adıyla Euroleague şampiyonluğu kazandık. Orada da hep eleştirilmiştim ama sonunda herkes çok mutlu oldu ve unutulmaz başarılar yaşandı. Oradaki sistemin en büyük parçası da yine genç oyunculardı.
Emir, Vidmar, Oğuz, Semih, Hakan, Ömer Aşık gibi oyuncular burada doğuyorlar. Onlar bu kulübe ideolojik anlamda da fazlasıyla bağlılar. Kulübü sahipleniyorlar. Takımlarına aşıklar bir kere. Eksikleri yok mu, elbette var ama kulübe olan tutkuları bu eksikleri kısa zamanda kapattıracak onlara. Evet bu seçtiğimiz yol biraz zor ve özveri isteyen bir yöntem, kabul ediyorum. Ama inanın böylesi daha keyifli, daha hoş.

Eleştirilmek demişken, kulüp taraftarları tarafından da fazlaca eleştiriliyorsunuz. Taraftar forumlarında olsun, maçlarda olsun, uzun vadeli planlarınız, alınan sonuçlar, yapılan transferler sürekli masaya yatırılıyor. Ortada böyle bir durum varken, neden Mahmut Uslu ile birlikte bir basın toplantısı düzenleyerek, takımın hedeflerini, gidişatını, 2010 projesinin detaylarını taraftarla daha samimi bir biçimde paylaşmıyorsunuz da bu kaos ortamının sürmesine izin veriyorsunuz?
Anlamak istemeyenlere ne yaparsanız yapın, ne söylerseniz söyleyin bir şeyleri anlatamazsınız. Boşuna vakit kaybıdır bu. Bir çok kez anlattım, bir çok kez anlatmaya çalıştım ama insanlar ön yargıyla baktıkları için anlayabilmek gibi bir şans tanımıyorlar kendilerine. Yoksa şu röportaj bile anlayabilen için harika bir kaynak.

Hedefi 2010 olarak belirleyerek, genç oyuncuları transfer etmek; şampiyon olmuş, kıskanılacak düzeyde bir birleşme gerçekleştirmiş ve mali açıdan da gayet güçlü durumda olan bir kulübün hedeflerini 3 yıllığına küçültmüş olmuyor mu?
Hayır, hedefler aynı. Biz ligde ve Türkiye’deki her organizasyonda kupayı istiyoruz. Geçen yıl da bu böyleydi. Bu yıl da böyle. Şu anda Avrupa’da geçen yıl ulaşılamamış bir noktadayız. Zaten hedeflerin büyüyeceği yer de Avrupa arenası. O platformdaki hedeflerimiz giderek büyüyecek. Yoksa Türkiye’deki hedef hep aynı. Şampiyonluk. Aksi düşünülemez ki.

2010’da başarının gelme garantisi yok. Olası bir başarısızlıkta ne yapacaksınız?
Yani, bunun bir garantisi yok elbette. Kaldı ki benim kafamda 2 kat sorun var bununla ilgili. Milli Takım’la bizi bekleyen bir Dünya Şampiyonası da var biliyorsunuz. O zaman bırakıp kaçayım ben, en kolayı bu olurdu.
Hayır, kalıp savaşmalıyım. Bu hedeflere ulaşabilmek için hep birlikte savaşmalıyız. Avrupa’nın en büyük kulüpleri milyonlarca euro para harcıyorlar. Başarı garantisi var mı? Yok. Onlar da yeri geldiğinde ulaşamayabiliyorlar hedeflerine. Ama onları büyük yapan, sürekli o hedefi kovalayan takımların arasında olabilmeleri. Biz bunu başarmak istiyoruz.

Ben geldiğimde Milli Takım’ın yaş ortalamasına bakın, bir de şimdiki takıma bakın. 21-22 yaşındaki genç yetenekler ne zaman bu kadar süre bulabilmişler? Takımlarında ne zaman bu kadar aktif roller üstlenmeye başlamışlar? Altyapılardaki 15-16 yaşındaki bir çocuk, takip edildiğini bilerek A Milli Takım hayallerini ne zaman kurabilmiş bugünkü kadar.

Yani yüzlere ihtiyacımız var. Ve buna bir yerden başlamamız gerekiyordu. Biz bu sistemin temelini attık. Devam ettirilebilirse bir ekol haline gelebilir bu ülke basketbolu. Bu sistem doğrultusunda sürekli alttan yeni gençler gelecek, üstteki gençler tecrübelenecek ve sürekli olarak başarıya ulaşabilecek bir ordu olacak elimizde. Bu Türkiye açısından çok önemli bir nokta.

Emin olun ki ben işimi çok seviyorum. İşimi çok iyi de biliyorum. 37 yıldır bu işi yapıyorum ve bir sistem sahibiyim. 37 yıldır sadece pick’n roll çalıştırıp, oyun seti yazmıyorum. Aynı zamanda genç oyuncuları yetiştiriyorum, takım yetiştiriyorum. Ben sistemime inanıyorum. Bu sistem bugüne kadar hep işledi, bundan sonra da işleyecektir.

Bu yılki transferler çok eleştirildi. Taraftarlar Solomon gibi yıldızlar beklerken, Emir gibi Vidmar gibi isimlerle karşılaştılar. Bu konudaki düşünceniz nedir?
Keşke takım kadromda farklı pozisyonlarda oynayabilen beş tane Solomon olsa. (Gülüyor)

Emir ve Vidmar hakkındaki yorumlarınız nedir? Türkiye’de çoğu kişi onların adını bu yıl Fenerbahçe Ülker’e gelince duydu belki ama Preldzic’in İzmir’de Ümitler Şampiyonası’ndaki performansını izleyen ve keza Vidmar’ın Ümit Milli Takım’daki başarılarını takip eden biri olarak onlardan fazlasıyla umutluyum açıkçası.
Dediğin gibi, İzmir’de Preldzic müthişti gerçekten. En değerli oyuncu o olmalıydı kesinlikle, Ersan İlyasova değil. Benim Ersan hayranlığımı hepiniz biliyorsunuz, fanatiğiyim onun, ama doğruya doğru o turnuvada Emir çok daha iyiydi.

Bu çocuklar fantastik ve çok özel isimler. Gerçekten öyleler. Onlara inanmalıyız. Yavaş yavaş uyum sağlıyorlar atmosfere. Euroleague gibi sert bir ligde kendilerini geliştiriyorlar. Bu onlar için de Fenerbahçe Ülker için de büyük bir şans. Vidmar’ı Real maçında seyrettiniz, 2,5 milyon Euro’luk bir oyuncu gibi oynadı. Faul problemine girene kadar Papadopoulos’u yedi resmen sahada. Roanne maçında göklerin hakimi gibiydi. Almadık ribaund bırakmadı. Emir Preldzic bir Telekom maçında, bir Beykoz maçında takımın en iyisiydi. Sadece iyi oynamadı, yaptığı mükemmel hareketlerle de seyir zevki verdi. Hata yapıyorlar, yapacaklar da. En basiti Preldzic son Oyak Renault maçında Rasim’e yardım edeceğim derken adamını kaçırdı ve o ana kadar sahada hiçbir şey yapmamış olan ABD’li oyuncuları üçlük atıp maçı kazandırdı onlara.

Onların dışında takımda bir çok genç yıldız adayı daha var. Ömer Aşık mesela. Barcelona maçındaki 5 bloğu, vurduğu smaçlar bugün hala İtalya’da konuşuluyor. İtalyan spikerin ağzından da izledim ben maçı kasetten. İnanılmazdı, diyecek söz bulamadılar. Ama bizim medyada 2 satır bile yer bulmadı bu performans. Bizim takımı buradaki önyargılı insanlardan değil de, Avrupa’daki yazarlardan, yorumculardan dinleyin bir de. Bakın bakalım neler diyorlar bu takım için.

Preldzic’in sahadaki hırslı, istekli oyununa rağmen Vidmar’da bir tutukluk, bir durgunluk göze çarpıyor. Bunun nedeni ne? Karakterinden kaynaklanan bir adaptasyon sorunu mu yaşıyor?
Vidmar, Emir’den çok daha farklı yapıda biri. Ama o normal yaşantısında da öyle. Utangaç, çekingen. Beni işin o kısmı ilgilendirmiyor pek. Vidmar inanılmaz zeki, müthiş akıllı, kocaman bir kalbi olan ve o kocaman kalbi basketbol için çarpan bir oyuncu. Çalışmaktan yorulmuyor. Burada hiçbir problemleri yok. Tek istekleri başarılı olabilmek, Fenerbahçe Ülker formasıyla bütünleşebilmek. Her ikisi de çok mütevazi isimler bir kere. Şımarık değiller. Aynı evde yaşıyorlar, tek bir arabayı ortak kullanıyorlar. Onlar da bilir lüks dairelerde oturmayı, altlarına pahalı birer araba çekmeyi. Ama yapmıyorlar. Bunlar güzel ve örnek alınması gereken şeyler.

Preldzic ve Vidmar’ın sözleşmelerinde Euroleague’de oynama garantisi var mı? Böyle bir şey konuşuluyordu çünkü taraftar forumlarında. Öğrenmek istedim.
Hayır, böyle bir garanti yok. 4 yıllık bir kontrat imzaladık ikisiyle de. Biz Euroleague’de oynadığımız sürece, onlar da bu fırsatı yakalayacaklar sonuçta.

Her iki oyuncu da NBA potansiyelli isimler. Bu oyuncular kalkıp da 2009 yılında drafta girip, NBA’e gitmek isterlerse ve 2010 yılında Preldzic’siz, Vidmar’sız bir Fenerbahçe Ülker görürsek, bu çöpe atılmış iki senelik bir emek anlamına gelmez mi?
Gidemezler ki. (Gülüyor) Ben ikisiyle de konuştum, sürekli de konuşuyoruz. İkisinin de NBA gibi bir hayali yok. Kaldı ki ben olsam ben de hayal etmezdim NBA’i. Neden hayal edeyim ki? Avrupa’da çok daha kaliteli basketbol oynanıyor. Oradaki maçlar, Avrupa’daki maçlardan çok farklı. Ben zamanında Bodiroga ile de konuşmuştum. Beni dinledi, hiçbir zaman NBA’e gitmedi. Ama Avrupa’nın en önemli oyuncusu oldu. NBA’de bench’te oturmak ile Avrupa’nın kralı olmak arasında bariz bir fark bence.

Emir ve Vidmar 2010 yılında bizimle olacaklar. NBA gibi bir durum söz konusu değil. İkisi de bunu istemiyor. Daha yakın bir örnek vereyim: Semih Erden. Gitmek istese girebilirdi drafta. Ama o da gitmek istemiyor. 2010’da o da bizimle olacak. Oğuz Savaş gibi, Ömer Aşık gibi. Çünkü farkındalar ki; güzel şeyler yapabilmek her şeyden önemli. Ersan İlyasova’nın geçen yılki durumu ortada işte. Gelişimini nasıl durdurdu hep beraber gördük. Trajediydi resmen.

Mrsic’in fizik olarak düşüşte olduğu fark ediliyor geçen sezona göre. Kulüp ve taraftarlar için özel bir anlamı olan Mrsic hakkındaki fikirleriniz nedir? 2010 projesinde yer alacak mı?
Bu çok olağan bir şey, giderek yaşlanıyor çünkü. 2010 projesinde elbetteki düşünmüyoruz onu, zaten mümkün değil ki bu. Taraftarlar yeni starlar, yeni yıldızlar keşfedecek bu takımda. Keşfetmeli de. O yetişen yıldız oyuncuları destekleyecekler, yepyeni starlarımız olacak. Sonra bir 5 sene sonra yeni starlar, bir 5 sene sonra yeni starlar. Bu düzen böyle gidecek sistem devam ettiği sürece.

Real Madrid maçı öncesinde Solomon’la problemler yaşadığınız yansımıştı basına. Doğru muydu bu?
Bunlar normal şeyler. Biz bir aileyiz. Sorunlar her zaman olabilir. Olmalı da zaten. Eğer sonunda o problemi çözebiliyorsanız, bunlar takıma ve kişilere olumlu yansır. Ancak Solomon’un o maçtan önce bir sakatlığı da vardı gerçekten. Hatta kendisi bana gelip ne pahasına olursa olsun oynamak istediğini de söyledi. Ancak o bize tek bir maçta değil, bütün bir sezon boyunca lazım olduğu için riske etmek istemedim.

Solomon’la çalışmak zor mu?
Çok fazla değil açıkçası. Bu isimler tamamen galibiyet üzerine programlanmış kişiler. Yenilgiyi kabul edemiyorlar. Bazen bu alışkanlıkları nedeniyle takım oyununu bir yana bırakıp, maçı tek başına almaya çalışıyorlar. Ama bunlar galibiyetten başka bir şey düşünememelerinden kaynaklanıyor hep. Mirsad da öyle. Yenilgilerden sonra bir dakika uyuyamıyor. O nedenle o da maç içinde bazen kapasitesinin sınırlarını zorlayabiliyor. Benim işim maç içinde herkesin aynı hedefleri hissetmesini sağlamak. Beraber olursak, takım olarak hareket edersek çok daha güçlü olacağımızı aşılamak.

Serhat Çetin hakkındaki fikirleriniz nedir? Neden Fenerbahçe Ülker’de forma şansı bulamadı?
Serhat’ı Yıldız Milli Takım’dan beri takip ediyorum. Çok yetenekli, çok kapasiteli bir oyuncu. Geçen sezon Karşıyaka’da lider oyuncu pozisyonunda oynadı. Harika bir yıl geçirdi. Bu yılı Alpella’da geçirmesinin onun gelişimi için çok daha iyi olacağını düşündük. Orada önünde müthiş bir fırsat var, bir sezonu oynayarak tamamlayabilmek onu geçen yıl geldiği yerden daha ilerilere götürecek. 2010 hedefinde hem Fenerbahçe Ülker hem de Milli Takım adına çok çok önemli bir opsiyon kendisi benim için.

"Keşke kadromda 5 tane Solomon olsa."


"Emir, İzmir'de MVP olmayı haketmişti."


"Vidmar'ın basketbol için çarpan bir kalbi var."


"Mrsic 2010'da bizimle olmayacak."



"Kimse NBA'a gitmeyecek. İsteseydi Semih giderdi drafta."


"Hakan'ın en büyük şanssızlığı önünde Solomon'un olması."


"Fenerbahçe Ülker ve Türk Milli Takımı çalıştırdığım son takımlar olacak büyük ihtimalle."

Türk oyuncularınız bazen sizi dinlemiyorlar. Mesela Partizan maçında James White, Pekovic’e double team’e gitmedi diye kenara çekip hatasını anlattınız ona. Oyuna girdi ve bir daha yapmadı o hatayı. Bu Preldzic için de geçerli, sizi can kulağıyla dinliyor çoğu zaman. Ama mesela Hakan Demirel, kenara alıp ona hatasını anlattığınız sırada genelde sizi pek umursamıyor, başka şeylerle ilgileniyor. Bu konuda ne söyleyeceksiniz?
Bu oyuncuların yaradılışlarıyla alakalı bir şey. Türk oyuncuların bazılarında bu sorun var. Hakan o sırada üzgün olduğu için başka bir yere bakıyor, benle göz göze gelmemeye çalışıyor kendince. Hak veriyorum bazen.

Hakan Demirel hakkındaki görüşleriniz nedir? Siz onun için büyük bir şanssınız bence ama o bunun pek farkında değil gibi?
Şahsen ben Hakan’ın yerinde olsam sahada çok daha agresif olurdum, tüm kirli işleri üstlenirdim, örneğin attığımız bir sayıdan sonra savunma yapılacaksa bunu coach’uma sormadan kendim başlatırdım. Ama inanıyorum ki daha iyi olacak. Henüz 21 yaşında. Onun en büyük şanssızlığı önünde Solomon gibi bir ismin olması. Bu durum onun sürelerini ister istemez azaltıyor.

Alpella’ya ve genel olarak pilot takım uygulamasına nasıl bakıyorsunuz? İki takımın da aynı ligde oynamaları etik mi sizce?
Eğer etik olmasaydı, bizi yenmezlerdi en basiti. Bizim için belki de hayati derecede önemi var o kaybedilen maçın. Alpella bence muazzam bir organizasyon. Türk basketbolu için genç yetenekler yetiştiriyor, bundan daha harika bir şey olabilir mi? Bunu Milli Takım coach’u olarak değil, bir kulüp coach’u olarak da söylüyorum. Yarın bir gün oradan yetişmiş bir oyuncu benim takımımı tek başına yerle bir edebilir. Ben bundan üzüntü değil, mutluluk duyarım. Çünkü ben yeni yüzleri, yeni isimleri fazlasıyla seviyorum.

Kelimelerle ifade edilemeyecek bir koç var başlarında. Aleaddin’i takdir etmemek gibi bir şansımız olabilir mi? İşini ciddiyetle ve doğru şekilde yapan biri. Genç ABD’li oyuncularıyla beraber kıskanılacak bir kimya yakaladılar. Sadece bizi değil, Efes Pilsen’i de yendiler.

Alpella olmasaydı, Ömer Aşık gibi bir yeteneği nasıl kazanacaktı Türkiye? Belki de şu anda bizim bench’imizde maç başına 1-2 dakika süre bulabilen bir isim olacaktı. Benim tüm bu olumlu görüşlerim Pertevniyal için de geçerli. Böyle kulüplerin varlığı sadece Türk basketbolu için değil, evrensel basketbol için de çok önemli.

Alpella’da oynayan genç isimlerden öne çıkan birileri var mı sizin gözünüzde?
İsim vermek doğru olmaz ancak çok yakından takip ediyorum hepsini, tüm ligi ve diğer takımları da takip ettiğim gibi. Son 3 yılda Ömer Aşık kadar kendini geliştiren bir isim daha gösterebilir misiniz bana? Ya da Banvit’ten Ümit Sonkol ve Yunus Çankaya’yı düşünün. Biz bu isimleri yıllardır takip ediyoruz ve milli takımlara çağırıyoruz. Bu yıl her ikisi de Banvit’te doğru bir programda, doğru pozisyonlardalar. Fazlaca dakika alıyorlar ve bu da onların gelişimine fazlasıyla yardımcı oluyor.

Banvit’in bu yılki sistemi sizin sisteminize benziyor biraz. Çok genç ve kapasiteli oyuncuları var. Onlara güvenerek fazlaca dakika veriyorlar.
Kesinlikle öyle. Genç yeteneklere diğer hiçbir kulüpte bulamayacakları şansları tanıyorlar. Çok güzel bir hamle bu. Derya Yannier mesela. 2 sene önce Amerika’dan geldiğinde onu Milli Takım için çağırmıştım. Oynayabileceği, süre bulabileceği bir kulübe gitmesi gerekiyordu. Banvit çok doğru bir seçim oldu onun için. İlk yarıda bizimle oynadıkları maçta nasıl oynadığını hatırlıyorsunuz. İpimizi çekmişti resmen.

Basketbol camiasında en fazla eleştirilen isimlerin başında geliyorsunuz. Bunca eleştiriye karşın kendinizi psikolojik olarak nasıl hazırlıyorsunuz maçlara?
Yerel basını çok fazla duymamaya, okumamaya çalışıyorum. Kulaklarımı tıkadım artık. Ben Saraybosna’da da çok fazla eleştiriliyordum. O zamanlar tüm takımlar 6-7 kişi ile oynuyorlardı maç boyunca. Ben ise 11-12 kişi ile oynamaya başladım. Tribünlerde herkes ‘Amerika’yı yeniden mi keşfetmeye çalışıyorsun’, ‘Defol git aptal adam’ diye bağırıyordu. Biz yolumuzdan sapmadık, 11-12 kişi ile oynayıp tempoyu sürekli yükselttik. Ve sonunda hem kendi ligimizin hem de Avrupa’nın zirvesine çıktık. Şimdi Avrupa’nın en önde gelen kulüplerine bakıyorsunuz, herkes bu şekilde oynuyor. Dusan Ivkovic benden 4 yaş büyük olmasına rağmen, bu sisteme benden tam 7 yıl sonra geçti. Ne zaman biz Avrupa şampiyonu olduk, hemen kendi sistemini değiştirdi. Sonra o da Avrupa’da şampiyonluklar kazanmaya başladı. Aynı şekilde Obradovic. Kendisi benim oyuncumdu. O da bu yoldan gidiyor şimdi. Bir şeyleri önceden görebilmek ve birilerine ön ayak olabilmek sevindirici şeyler.

Aydın Örs görevinin başındayken Mahmut Uslu ile bir transfer görüşmesi yapmış mıydınız?
Sezon içerisinde kesinlikle böyle bir görüşme yapmadık. Bizim ilk görüşmemiz Haziran ayına denk düşüyordu yanılmıyorsam. Ama öyle sezon içerisinde takım şampiyonluğa odaklanmışken böyle bir görüşme olmadı kesinlikle.

37 yıllık bir kariyeriniz var. Kariyerinizi ne zaman bitirmeyi düşünüyorsunuz?
Burada bitireceğimi düşünüyorum. Fenerbahçe Ülker ve Türk Milli Takımı çalıştırdığım son takımlar olacak büyük ihtimalle.


Türk basketbolu ve Türk basketbolcusu hakkındaki görüşleriniz nelerdir? Ülkemizde gerçekten bir basketbol kültürü eksikliği var mı sizce de?
Türk oyuncular çok yetenekli ancak bir anda kendilerini zirvede görüp, bir anda oradan tepe taklak aşağı düşebiliyorlar. Mental bir problem söz konusu yani. Türk basını da bayılıyor zaten onları bir günde en tepeye koyup, bir gün sonra da yerle bir etmeye. Bu işler biraz zaman, biraz zahmet isteyen işler. Bir oyuncunun gelişmesi, yıldız oyuncu statüsüne girmesi öyle 1-2 günde olacak şeyler değil. Bunu hem basketbolcuların hem de basketbolseverlerin bilmesi gerekiyor. Çalışmaktan vazgeçtiğiniz anda, farkında olmadan gelişiminizden de vazgeçmiş olursunuz. Bunu hiç unutmamalıyız.

Elinizde sınırsız bir bütçe olsa, Euroleague’den hangi 3 ismi kadronuza dahil ederdiniz?
Zor bir soru. Partizan’dan Pekovic’i sayabilirim. Boyalı alanda durdurulması çok zor bir güç. Ersan Ilyasova diyebilirim yine (Gülüyor). Üçüncü kim olsun?

Anladığım kadarıyla genç oyunculardan hiç vazgeçmeyeceksiniz, o halde Euroleague’den olmayacak ama Ricky Rubio’ya ne dersiniz?
Ooo müthiş müthiş. Üçüncü kişi de o olsun. Anlaştık.

Son olarak Türk medyasına bir mesajınız var mı?
Beni eleştirmekten fırsat bulabilirlerse, Türk basketbolundaki güzelliklerden de bahsetmelerini rica edeceğim onlardan. Aleaddin Yakan’dan bahsedebilirler mesela, genç yeteneklerden bahsedebilirler. Düşünün şimdi ben bir genç basketbolsever olsam mesela, her gün gazetelerde aynı adamlardan aynı konudaki yazıları okumaktan sıkılırım. ‘Tanjevic gerizekalı’, ‘Tanjevic bu işi bilmiyor’, ‘Tanjevic şöyle’, ‘Tanjevic böyle’. Bunlardan başka şeyler yazamaz mı insanlar diye düşünürdüm. Ve açıkçası basketboldan soğurdum. O yüzden hep beraber pozitif şeylerden bahsetmeliyiz. Eğer pozitif şeylerden bahsedilirse o az önce bahsettiğimiz basketbol kültürü gelişimi konusunda da insanlara yardımcı olmuş oluruz.

Copyright © 2008 www.fenerbahceliyiz.biz Tüm hakları saklıdır. ™