Çaykur Rizespor 2-4 Fenerbahçe | |
Gençlerbirliği Oftaş karşısında alınan rahat galibiyetin ardından
Fenerbahçemiz yine motivasyon sıkıntısı yaşayabileceği bir karşılaşmaya
çıkıyordu. Ne zaman kötü oynadığı bir iki maç olmuşsa ardından gelen
ciddi bir maçta yakaladığı motivasyon ile önemli rakiplere karşı rahat
galibiyetler alan Fenerbahçemiz; işte aldığı bu rahat galibiyetlerin ardından
da kamuoyunun hiç beklemediği karşılaşmalarda İst.B.Ş.Bld.Spor gibi,
Urfaspor gibi takımlar karşısında da zor anlar yaşıyordu.
Karşılaşmadan önce aklımda; Galatasaray'ın iki gün önce UEFA Kupası'nda Bayer Leverkusen'le yaptığı karşılaşma nedeniyle 'acaba bizim oyuncularımız da önümüzdeki hafta yapacağımız Sevilla karşılamasının havasına girmişler midir' düşüncesi vardı açıkcası. Böyle bir düşünce ile Rize'de sahaya çıkacak olan Fenerbahçemiz ikinci yarıda sırasıyla Galatasaray, Gençlerbirliği, Trabzonspor ve son olarak da İst.Bş.Bld.Spor mağlubiyetleri almış olan ve ardından da hafta başında taraftarları ile arasında gerginlik yaşayan yaralı durumdaki Rizespor karşısında ummadığı bir direnişle karşılaşabilirdi. Karşılaşma başladığında anlaşıldı ki; ay başında teknik direktör değişikliğine giderek Erdoğan Arıca'yı takımın başına getiren Rizespor'un da amacı zaten bu karşılaşmayı takımı yeniden bütünleştirecek bir karşılaşma olarak kullanabilmekti. |
Sevilla'yı bekliyoruz. |
Alex asistleriyle Kanarya'yı uçurmaya devam ediyor. |
Umutla Bekleyen Sadece Rize değilmiş ki !
Karşılaşma sona erdiğinde anlaşıldı ki; sadece Rizespor'un değil, kendisini Fenerbahçemize rakip gören Galatasaray'ın da bu karşılaşma üzerinde bir takım planları vardı! Sevilla ve kupadaki Galatasaray maçları öncesi zor bir viraja girmekte olan Fenerbahçemizin Rize'de bir takım oyunların içine atılmaya çalışıldığını üzülerek ama hiç de şaşırmadan öğrendik. Galatasaray Yöneticisi Tunca Haznedaroğlu adlı bir şahsın karşılaşmadan önce Rizespor Kulübü Başkanı Abdülkadir Çakır'ı arayarak maçın hakemi ve atamasıyla ilgili bir takım iddialarda bulunduğunun açıklanması Türkiye'de futbolu çirkinleştirenlerin bir defa daha kamuoyunca tanınmasına vesile oldu. Galatasaray Spor Kulübü'nün gerçeklerin ortaya çıkmasının ardından Rizespor Başkanı ile olan konuşmasını itiraf eden Tunca Bey hakkında 'temiz futbol adına' gereğini yapmasını diliyorum. Ama biliyorum ki; kirlerinden arınmakta güçlük çeken bu camia Denizli'de yaşananlara nasıl seyirci kaldıysa bunlara da seyirci kalacak. Biraz da Futbol: Futbol dışı olayları bir kenarı bırakıp Roberto Carlos'un o muhteşem bir şutunu içerisinde barındıran karşılaşmaya dönelim derim. Yerden kısa paslarla rakip ceza sahasına yaklaşan bir Fenerbahçe, rakip ortayı iyi kapattığında Gökhan ve Carlos'la kanatlardan bindirmeler, Alex-Deivid ve Carlos'un yaratıcı hareketleri vs vs... Karşılaşma başlarken bunları bekliyorduk şüphesiz. Ne de olsa bir önceki hafta Oftaş karşısında izlediklerimiz bunlardı. Ancak hiçde beklendiği gibi başlamadı karşılaşma. 17'nci dakikada Altan'ın ayağından yediğimiz gole kadar sahada her yerde Rizespor vardı. Ne olduysa bu dakikadan sonra oldu. Yediği golün ardından Fenerbahçemiz Roberto Carlos'un gol olmayan, ama bir gol olmuş kadar tat veren o muhteşem füzesiyle birlikte dirilişe geçti. 3 dakika sonrasında yaşanan karambolde önce Deivid, sonra Kezman'la kaçan pozisyon artık gole kadar izlediğimiz Rizespor'dan eser kalmamasına sebep olmuştu, kısaca Fenerbahçemizin oyuna asılması karşısında Rizespor pusmuştu. Sonuç: 2 dakikada 2 gol... 30'ncu dakikada Alex'in duran topta ortasına kafayla dokunan Deivid skoru 1-1'e, 2 dakika sonra da yine Alex'in asistiyle hareketlenen Kezman da skoru 2-1'e taşıyordu. Karşılaşma başlarken beklenenleri işte golü yediğimiz andan itibaren izlemeye başladık ve ilk yarının sonuna kadar da izlemeye devam ettik. Bu oyun ilk yarı sona ererken Fenerbahçemize -önce Gökhan'ın asistinde Kezman'ın ayağından, ardından yine Alex'in :) asistinde Selçuk'un kafasından- 2 gol daha getirince daha ilk yarıdan karşılaşma sona eriyordu adeta. İkinci Yarı : İlk yarıdan maçı kazanan Fenerbahçe ikinci yarıda sahada ne yaptı deseniz; bir Deivid'in sağdan auta çıkan şutu, bir de Uğur'un soldan auta çıkan şutu dışında hiçbir şey yapmadı derim. 4-1'in rahatlığıyla belli ki hafta arasındaki Sevilla maçı devre arasında önlem alınmasına sebep olmuştu. Fenerbahçemiz durdu ama bu defa Rizespor'un taraftarları sahneye çıktı. Koltuk kırdılar, attılar, sahaya daldılar. Bir tane futbol topu yetmiyormuş gibi sahaya ikinci üçüncü topları attılar. Kısacası attıkları golün ardından "Fener'e de böyle koyarlar'" diye bağıranlar kendi kulüplerine koymaya başladılar. Derken Altan ikinci golünü attı. Attığı goldeki sevincini tribünlere cevap olarak kullandığını görünce, bu takımın ne yazık ki bu haliyle artık bu sene ligde kalabileceğine inanmamaya başladım. Rize halkının çoğunluğu Fenerbahçelidir, veya en azından Fenerbahçemize sempatisi vardır. Ama görünen köy kılavuz istemez. Bu bölünmüşlük Rize'ye huzuru değil, ancak önümüzdeki sene Akçaabat Sebatspor'u getirir. |
2 sene önce Denizli'de yitirdiğimiz şampiyonluğun ardından artık Fenerbahçemizi daha fazla yıpratmamak adına kulüp başkanlığını bırakacağını açıklarken "Ben her zaman Fenerbahçemin yanındayım. Gerek manevi yardım olsun, gerek futbolcu transferi konusunda maddi yardım olsun her zaman yardıma hazırım. Ancak Fenerbahçe bugün öyle bir kulüp haline gelmiştir ki; kendi gelirleriyle Roberto Carlos'ları, Campbell'ları alabilecek durumdadır" derken bizlere bile hayal gibi gelen isimlerden biriydi işte o topu direkten dönen Roberto Carlos. Neyse ki bu camia kendisini vazgeçirebildi de bugünleri görebildik ve daha iyilerini inşallah göreceğiz.
Maçın ardından 22.30'da başlayacağı açıklanan Aziz Başkanımızın 10 yılını anlatan "Bu Sevda Bitmez" belgeselini izlemeye niyetlenince yazıyı yazmayı erteledim. Sonra bir de araya Galatasaray'ın kirli işleri girince yayın programı aksadı ve bir baktım ki saat 03.30 ve ben hala başkanımızın 10 yılını anlatan programı izliyorum. Kulüpte kendisiyle karşılıklı 2 saat konuştuğumuz günü unutamam. Aslında amacım belgeseli sadece bilgisayara kaydetmek ve daha sonra vakit bulduğumda izlemekti, ama bir dakika olsun TV'nin başından ayrılamadım ki... Hem son 10 yılda yaşadıklarımızı hatırlamak, hem de son 10 yılını uykusuz geçiren başkanımızı biraz daha yakından tanımak için bir geceyi de ben uykusuz geçirdim altı üstü... Gittiğinde onun yerini doldurabilmek hiç de kolay olmayacak...
Fenerbahçe Ülker 2010 | |
Futbol takımımızda işler iyi giderken amatör branşlarda da durum farklı değil. Fenerbahçe Ülker basketbol takımımızın Euroleague'de Top 16'ya kalmasının ardından hafta arasında oynanan Top 16'daki ilk grup karşılaşmasında Fenerbahçemiz Aris'i Yunanistan'da 96-88 mağlup ederek gruba fırtına gibi bir başlangıç yaptı. Geçtiğimiz hafta koçumuz Tanjevic'in Fenerbahçe Ülker ile ilgili düşüncelerini ve planlarını anlattığı bir röportajını yayınlamıştık. Şimdi de değerli basketbol yazarlarından Murat Murathanoğlu'nun Fenerbahçe'mizdeki oyuncular ve onların geleceklerine dair düşünceleriyle ilgili yazısını beğenilerinize sunuyoruz.
|
|
•KENDİ YORUMUNU EKLE! | |
Ancak Ülker sponsorluğu başladıktan sonra Fenerbahçe de ilginç gelişmeler
oldu. Fenerbahçe zaten Aydın Örs zamanında özellikle de İstanbul’un Asya
yakasını müthiş tarayarak çok iyi bir alt yapı oluşturmaya başlamıştı.
Yıllardır alt yapısından yetiştirdiği oyuncularla Efes Pilsen bu alanda Türkiye’de
bir ilkti ve belki de tekti. Tabii orada da işin içinde bir kez daha Aydın
Örs’ün imzası olduğunu görüyoruz. Ersan İlyasova, Milwaukee
Bucks formasını giyene kadar, NBA’e gitmiş her Türk, Amerika’da ne kadar
başarılı olsa da, olamasa da mutlaka Efes Pilsen alt yapısında yetişmiş
veya Efes Pilsen formasını gitmeden önce giymişti. Türk basketbolu denince
NBA yetkililerinin aklına gelen ilk ve tek isim kulüp bazında Efes Pilsen
oluyordu. Tabii bu arada hemen ekleyelim, Efes Pilsen’in saha dışı
organizasyonları da bu ismin yayılmasına ve belki de bir dünya markası
olmasına önemli katkı yapıyordu. Türkiye Basketbol Federasyonu işbirliği
ile başlatılan ve halen devam etmekte olan Efes Pilsen World Cup, Türkiye’ye
sadece bizim oyuncularımızı değil, o kupada yer alan bir çok misafir takımında
genç oyuncularını izlemek için bir çok NBA patenli basketbol adamını ülkemize
getirdi. Efes Pilsen’in NBA takımlarından Denver Nuggets ve Golden
State Warriors ile A.B.D’de, Abdi İpekçi Spor Salonunda da Minnesota
Timberwolves ile yaptığı özel maçlar kulübümüzün NBA severler, NBA
çalışanlar ve NBA yönetenler tarafından iyice tanınmasına ve duyulmasına
neden olmuştur.
|
Fenerbahçe bunu değiştirebilecek girişimleri en azından alt yapı çalışmaları ile başlatmıştır. Ülker ile birleşim ve Alpella’nın kuruluşu ile Fenerbahçe birden çok daha geniş bir altyapı yelpazesine sahip oldu. Ancak basketbolseverlerin duymaya başladığı, izlemek için sabırsızlandığı Ömer Aşık (1986 doğumlu, Kadıköy Belediyesi ve Işıkspor da kiralık oynadı), Doğuş Balbay (1989 doğumlu, ABD’de Brewster Akademisinde bir yıl oynadıktan sonra Texas Longhorns Üniversitesine gitti), Enes Kanter (1992 doğumlu, Fenerbahçe Ülker altyapısında) ve Can Mutaf (1991 doğumlu, Fenerbahçe Ülker A Takımında şu anda yer alıyor) gibi isimler Fenerbahçe’nin kendi keşifleriydi ve kendi alt yapısının ürünleriydi. Bu oyunculardan sadece birkaç haftadır Ömer Aşık’ı Fenerbahçe seyircisi A takımında izleme fırsatını buldu. Onun saçtığı parıltı ve gösterdiği potansiyel ise tüm Fenerbahçe taraftarını ve Türk basketbolseverleri heyecanlandırıyor. Transferde de Fenerbahçe, geleceğin önemli yıldız adayları olarak gösterilen Semih Erden (1986 doğumlu, Darüşşafaka alt yapısı, Partizan), Oğuz Savaş (1987 doğumlu, Ülkerspor alt yapısı, Yeşilyurt da kiralık oynadı), Hakan Demirel (1986 doğumlu, Tofaş alt yapısı), Serhat Çetin (1986 doğumlu, Efes Pilsen alt yapısı, Tekelspor, Galatasaray Cafe Crown, Pınar Karşıyaka), Serkan İnan (1986 İsveç doğumlu, Sonla Vikings) gibi genç yeteneklerle, son yıllarda ileriye dönük bir transfer politikası izledi ve bu oyuncular takıma dâhil edildi. Bu listeye bir de Alpella ismi altında oynayan Ogün Sevinç (1988 doğumlu), Burak Yönder (1988 doğumlu), Can Özcan (1989 doğumlu), Birkan Batuk (1990 doğumlu), Volkan İncekara (1990 doğumlu), Teoman Görge (1990 doğumlu) gibi isimleri eklersek Fenerbahçe Ülker’in A takım kadrosuna oyuncu adayı sıkıntısı olmadığını net bir şekilde görüyoruz. İşin sevindirici tarafı ise alt yapıda bunun devamının da geleceğini gösteren gelişmeler devam ediyor. Fenerbahçe’de ki bu gelişmeler NBA yetkililerinde dikkatini çekiyor. Her ne kadar “ç” harfiyle biraz zorlansalar da, NBA yetkileri “Fenerbahçe” ismini artık çok sıkça telaffuz ediyor. NBA Draft’i ülkemizde merakla beklenen ve yakından izlenen bir olaydır. Özellikle de bizim oyuncularımızdan birisi o draftte adaylar arasında yer alıyorsa. Bu meraklılarının çok yakından takip ettiği sitelerden ikisi, Draft Express ve NBA Draft Net önümüzdeki draft’lerin adaylarını belirlerken, mevcut listelerin de Fenerbahçe Ülker’in çok iyi bir şekilde temsil edildiğini görüyoruz. Fenerbahçe Ülker’de forma giyen Türk oyuncularının yanı sıra Slovenya’dan transfer edilen Gasper Vidmar (1987 doğumlu) ve Emir Preldzic’i de (1987 doğumlu) Fenerbahçe-Ülker ismi altında 1987’lilerin aday sıralamasında ilk 10 sıra içinde yer alması dikkat çekiyor. Yine aynı listede Oğuz Savaş’ı da 21.inci sırada görüyoruz. 1986’lılar için hazırlanan listede de Fenerbahçe bir kez daha çok iyi temsil ediliyor. Hem Ömer Aşık, hem de Semih Erden’i o yıl doğanlar için hazırlanan listede ilk beşte görüyoruz. Performanslara, sakatlıklara ve form durumlarına göre sürekli değişen bu sıralamalarda NBA Draft Net’e göre Semih’in ilk turların sonuna doğru, Ömer’in ise ikinci turun ortalarına doğru, bu yıl yapılacak olan Draft’te seçilmesi bekleniyor. Ömer Aşık’ın Euroleague de sahne almaya başlamasıyla, NBA yetkililerinin de gözünde değerinin artmaya başladığı dikkat çekiyor. Ömer, Euroleague maçlarında etkili oynamayı sürdürürse ve bu yaz NBA kamplarında eksiklerini giderebileceğinin sinyallerini verirse, ilk turda bile seçilebilir. Basketbol geçmişimizde böyle ciddi bir değerlendirme de, aynı takımımızda oynayan beş oyuncunun yer aldığını ben hiç hatırlamıyorum. Zaten listeye baktığımızda Fenerbahçe Ülker ile benzer sayılarda oyuncuları olan takımların birer oyuncu fabrikası olduğunu görüyoruz. NBA takımlarının, ülkenin adı Yugoslavya iken bile, belki de Avrupa’da “fabrika” olarak ilk değer kazanan takımlardan, ve şu anda da bölünme sonrası Sırp takımlarından birisi olarak devam eden Partizan’ın kadrosundan, pivot Nikola Pekovic (1986 doğumlu), skorer guard Uros Tripkovic (1986), Milenko Tepic (1987) o listelerde yer alıyor. Yani sadece 3 oyuncu. Yine aynı şekilde uzun bir süredir NBA yetkililerinin varlığından ve çalışmalarından haberdar olduğu kulüplerden, Kızılyıldız’ı temsilen oyun kurucu Igor Milosevic (1986), power forvet Tadija Dragicevic (1986), forvet Nemanja Aleksandrov (1987) 1986 ve 1987 NBA Draft adayları listesinde yer alıyor. Genelde alt yapıya büyük önem veren ve yıldızları parlamak üzereyken, iyi oyuncularını Partizan ve Kızılyıldız gibi daha güçlü ve daha maddi gücü yüksek takımlara pazarlayan aynı ülkenin diğer bir takımı Zeleznik’in ise üç oyuncusu, 1985 doğumlu power forvet Zoran Erceg, 1986 doğumlu pivot Peja Smardziski, ve 1987 doğumlu power forvet Dragan Labovic söz ettiğimiz listelerde yer alıyor. Yugoslavya ile birlikte uzun yıllar NBA yetkililerine “uluslararası basketbol” denildiğinde Yugoslavya ile birlikte akıllara gelen diğer ülke olarak dikkat çeken Rus takımlarından Khimki, 1986 doğumlular arasında en önemli NBA adayı olarak gösterilen ve İspanya’da izlediğimiz Avrupa Şampiyonasından hatırlayacağımız çok yetenekli guard Anton Ponkrashov ve power forvet Nikita Shabalkin ile boy gösteriyor. Eski Rusya’dan bölünme sonrası doğan Litvanya’nın iki basketbol devinden birisi olan Zalgiris Kaunas, 1986’lılarda guard Mantas Kalnietis ve 1987’liler de ise forvet Vilmantas Dilys ile aynı listelerde temsil ediliyor. Şu kısa özetle bile Fenerbahçe’nin geldiği noktayı anlamak açısından kolay oluyor. Tabii sarı-lacivertlileri bir anda Avrupa’nın oyuncu fabrikalarından birisi ilan etmek yanlış olur. Ancak çok kısa bir sürede, Ülker desteğiyle Fenerbahçe bu alanda çok önemli adımlar attı. Tabii her zaman söylenen çok doğru bir laf vardır, en üst seviyeye gelebilmek zordur, ama o seviyede kalabilmek çok daha zordur. Bu sözleri de burada hatırlatmanın faydalı olacağını düşünüyorum. Aydın Örs gibi alt yapıya her zaman büyük önem veren, Ufuk Sarıca, Mirsad Türkcan, Hüseyin Beşok ve Hidayet Türkoğlu gibi oyunculara Efes Pilsen A takımında yaşları çok gençken ve tecrübe eksiklikleri dikkat çekerken bile rahatlıkla güvenen, bir basketbol efsanesinin gelinen noktadaki payını küçümsemek haksızlık olur. Geçen sezon Oğuz Savaş ve Semih Erden’in özellikle de Euroleague maçlarında “ayaklarını ıslatmaları” da coach Örs ile gerçekleşti. Aynı şekilde Bogdan Tanjevic gibi Avrupa basketboluna çok genç yaşta eline geçen Mirza Delibašic, Zarko Varajic, Gregor Fucka ve Dejan Bodiroga gibi devleri kazandıran bir isminde genç ve potansiyelli oyuncularla elde ettiği başarılar ortada. Kısacası Fenerbahçe Ülker’in önümüzdeki yıllarda geldiği konumu koruması kimseyi şaşırtmamalı. Ancak yapılacak işler var ve özellikle de önümüzdeki 1988, 1989 ve 1990 doğumluların yer aldığı Draft adayı listelerinde Fenerbahçe Ülker’den şu anda bir isim bile yok. Can Mutaf ve Enes Kanter’i şu anda bile merak eden bazı NBA yetkilileri olduğunu şimdiden hem sevinerek, hem de biraz tedirginlikle söyleyelim. Tedirginim çünkü artık NBA takımları, biraz kendini göstermeyi başaran, “upside” dedikleri ve bizim bardağın boş tarafı diye açıklayabileceğimiz potansiyele sahip herkes ile bir şekilde ilgileniyor. Eskiden ilgi görmek büyük bir adım olarak görülüyordu, ama artık sadece ilgi görmek ve gelip bir iki kez izlenmek veya birkaç maç kasetinin yetkilerin masasına ulaşmasını sağlamak çok büyük bir adım değil. Bu izlenmelerin veya takibe alınmaların sadece Avrupa kıtası ile sınırlı kalmadığını, Güney Amerika, Asya, Afrika, Avustralya gibi kıtaları da kapsadığını düşünürsek, ilgilenilenler listesinin ne kadar uzun olduğunu tahmin etmek çok zor olmamalı. Geçmişimiz, özellikle de yakın geçmişimiz çabuk havaya giren, eski konsantrasyonunu koruyamayan, cüzdanını dolabileceği şekilde dolmadan kendisi dolan ve olabileceği oyuncu olamayan birçok isim ile dolu. O listelere girmek ve takibe alınmak, genç oyuncularımız için bir başlangıç olacağı yerde, sanki ulaşılmış bir hedef gibi etki yaratıyor. Bu da gerçekten çok üzücü ve moral bozucu. Hatta üzücü olmakla kalmıyor, NBA yetkililerinin önemli bir bölümünün de Türk oyunculara bakış açısını etkiliyor. Şunu hemen belirtelim, bir veya birkaç NBA yetkilisinin ilgi göstermesi artık çok önemli bir olay değil. Önemli olan radara girdikten sonra bunu değerlendirmek ve o yetkilileri peşinize düşürmek, her adımınızın takip edilmesini sağlamak.
|
2006-2007 kadromuzdan Doğuş (1989) şu anda ABD'de. Can Maxim Mutaf (1989) Fenerbahçe'nin keşiflerinden... Semih (1986) Darüşşafaka altyapısından yetişti. Oğuz (1987) Ülkerspor'la birleşmemizle kadromuza katıldı. Vidmar (1987) 2010 planlarımızda yer alan yabancılarımızdan. Emir (1987) Vidmar ile birlikte Slovenya'dan transfer edildi. |
Tanjevic: "Kimse NBA'a gitmeyecek. İsteseydi Semih giderdi drafta." Tanjevic :"Hakan'ın en büyük şanssızlığı önünde Solomon'un olması." Geleceğimiz işte bu genç kadro...
Bu arada sık, sık görüştüğüm
ve özellikle de her Euroleague maçından sonra benimle temasa geçen bazı NBA
scout ve menajerlerinin oyuncularımızla ilgili görüşlerini kısaca özetlersek;
Semih ve Ömer için çok potansiyelli olmakla birlikte çok çalışmaları
gerektiği belirtiliyor. Bu oyuncular için hedef NBA’e draft edilmek ise, büyük
bir ihtimalle ikisinin de en kötü ihtimal ikinci turda seçileceğinde çoğu
hem fikir. Bu oyuncularımızın hedefleri seçilmek veya NBA’e uğramaktan öteye
gidiyorsa, o zaman önlerinde çok planlı, yoğun ve özveriyle geçirmesi
gereken zor ve yorucu bir dönem onları bekliyor. İlk turda “tok” takımlar
veya ikinci turda seçilmenin maddi olarak üzücü taraftarlı olsa da, bazı
önemli avantajları var. Bunların başında ise bu sıralarda seçilen oyuncu
kendisini hazır hissetmeden, NBA takımında forma giymeye kendini mecbur
hissetmeyecektir. Draft eden takım, onlara biraz daha sabırlı ve anlayışlı
yaklaşacaktır. Hele, hele bu takımlar geçmişte “beklemekten” karlı çıkmış
takımlar ise. Bize en yakın örnek olarak ikinci turda seçilen Memo’yu
gösterebiliriz. Detroit Pistons başkanı Joe Dumars’ı da burada
kutlamak lazım, Memo’yu seçtikten sonra ona ve özellikle de menajerine güvenerek
oyuncusunun bir yıl ciddi Euroleague tecrübesi kazanmasını ve bir yıl daha
piştikten sonra takıma gelmesini kabullenmişti. Bu karar hem Pistons’ın işine
yaradı (Son şampiyonluklarında Memo’nun önemli katkıları vardı), hem de
Memo’nun işine yaradı (Hazır olmadan gitseydi, bir sezon sonra dönebilirdi).
Menajeri de buraya katmaya mecbur kaldık, çünkü bir menajerin oyuncusu draft
edilmişse veya NBA’e uğrayıp tekrar Avrupa’ya dönmüşse, bu “NBA
reklamını” o kendi lehine nakite çevirebilir. NBA’in kabul ettiği
menajerler arasında bizim hiçbir yerli menajerimiz yok. Bu nedenle onlar
komisyonlarını, lisanslı bir NBA menajeri ile paylaşmaya mecburlar. Üstelik
Avrupa’da garanti olan % 10 komisyon, NBA’de % 4-% 5’lere inebiliyor.
Bunun yarısı da NBA menajerine gidiyor. Üstelik NBA olan oyuncuların
komisyonları oyuncudan alınıyor, Avrupa’da olduğu gibi takımdan değil.
Bu da işleri menajer açısından zorlaştırıyor, çünkü sonuçta oyuncunun
cebinden para çıkmaya başladığında o da menajerinden daha fazlasını
bekliyor. Bu sebepten de bazen oyuncularının NBA’e bulaşması, ama orada
kalıcı olamaması veya başarısız olması, onların Avrupa değerlerinin
artmasına neden olmakla birlikte, lokal menajerlerin Avrupa piyasasından
kazanabileceği paralarda da önemli bir artış olmasına yol açıyor.
|
Burada vurgulamaya çalıştığım işin içine NBA girdiği zaman, oyuncularımızın kararları alırken çok dikkatli olmaları gerekmesi. Hazır olmadan NBA’i denemek, ilk bakışta “erkeklik” veya “doğal” olan gibi görünebilir, ama her zaman doğru olan değildir. Kısa vadeli değil, uzun vadeli düşünmek her şeyden önemli. Çünkü NBA’de turnayı gözünden vurduğunda, tam vuruyorsun. O zaman birkaç yüz bin Euro’nun pek de önemi kalmıyor. Tabii her oyuncu büyük düşünmek zorunda değil, onun için Avrupa’da kalmak veya ülkesinde oynamak daha önemli olabilir. Bunu da saygı ile karşılamak gerekir. Bir Hido veya Memo olmak kolay değil. O yolu tercih etmemek de seçeneklerden birisi. Çünkü o yol kolay bir yol değil. Ödülü çok büyük, ama gerektirdiği özveri de öyle. Umarım şu anda gözde olan oyuncular geçmişte yapılan yanlışlardan ders çıkarır ve onları ileride üzecek hatalardan barınırlar. Bu yazımız normal NBA yazılarımızdan biraz farklı oldu. Fenerbahçe Ülker isminin bu kadar NBA yetkililerince söylenmesi, basketbolumuzda bazı şeylerin değişmeye başladığını bize gösterdiği ve hissettirdiği için bu yazıyı yazma ihtiyacını duydum. Tabii burada önemli olan, basketbolda geçmişte üç büyüklerden birisi yatırım arttırınca diğerleri de onu yalnız bırakmak istememiştir. Bunu basketbol tarihimiz de birçok kez gördük. Şimdi Fenerbahçe Ülker’in altyapı organizasyonunda attığı bu adımı, dileriz diğer iki büyüğümüz de takip eder. Galatasaray altyapısından çıkan son Avrupa çapında oyuncumuz Kerem Tunçeri olmuştu. Beşiktaş altyapısından çıkmış o seviyede bir isim düşünmek için daha da geriye gitmemiz gerekiyor. Bunun değişmesi hem bu kulüplerimiz adına, hem de basketbolumuz adına çok önemli bir gelişme olacaktır. Bazı önemli adımların atılmaya başlandığını görmemiz bizi de umutlandırıyor. İnşallah “NBA Gözleri Üç Büyüklere Çevrildi” diye yazacağımız günleri de fazla beklemeyiz. ... " |